Hakikatı tanımayan hayalâta sapar. Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.Bediüzzaman Said Nursi ( r.a )
“Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur.”
İnsanoğlu, varoluşunun özüne inmedikçe, hakikatin derinliklerine ulaşmadıkça, yüzeysel olanla oyalanır.
Lübb, bir meyvenin özü, kalbi, en değerli kısmıdır; kışır ise kabuktur, geçicidir, özden yoksundur. İnsan, hayatın manasını aramak yerine, fani dünyanın aldatıcı süslerine kapılırsa, kendini boş işlerle avutur.
Gönlü hakikatle dolmayan, malayani ile vakit geçirir; ruhu beslenmeyen, geçici heveslerin peşinde sürüklenir. Bu, bir bahçede meyvenin özünü tatmak varken, kabuğunu kemirmeye benzer.
Lübbü bulmak, insanın kendini tanıması, yaratılış gayesini idrak etmesi ve Rabbine yönelmesidir. Ancak bu yolla, kalbin huzuru ve aklın selameti mümkün olur.
“Hakikatı tanımayan hayalâta sapar.”
Hakikat, varlığın değişmez gerçeğidir; Allah’ın birliği, kainatın düzeni ve insanın kulluk vazifesidir. Bu gerçeği görmezden gelen, onu anlamaya çalışmayan zihin, hayal dünyasının sisli yollarında kaybolur. Hayalât, aldatıcı düşlerdir; şeytanın süslü tuzakları, nefsin yanıltıcı arzularıdır. Hakikatı tanımayan insan, bir seraba kapılır; sahte mutlulukların peşinde koşar, oysa her adımda kendini daha büyük bir boşluğun içinde bulur. Bu, bir yolcunun, yıldızların rehberliğini terk edip, çöldeki yalancı ışıklara doğru yürümesine benzer.
Hakikat, insanı özgürleştirir; hayalât ise zincire vurur.“Sırat-ı müstakimi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer.”
Sırat-ı müstakim, dosdoğru yoldur; ne sağa ne sola sapmadan, ilahi ölçüyle yürünen bir patikadır. Bu yolu göremeyen, dengeyi kaybeder; ya aşırılığa (ifrat) ya da eksikliğe (tefrit) düşer. Bediüzzaman Said Nursi rh
İfrat, haddi aşmaktır; tefrit, gerekeni yapmamaktır. Her ikisi de insanı uçuruma sürükler. Mesela, dinde aşırılık, insanı bağnazlığa; gevşeklik ise ihmalkârlığa götürür. Sırat-ı müstakimi bulmak, Kur’an’ın rehberliğinde, Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetiyle yürümektir. Bu yol, nefs ve şeytanın tuzaklarından uzak, Allah’ın rızasına ulaştıran bir köprüdür. Bu köprüden geçen, selamete erer; saparsa, dalalete düşer
.“Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”
Muvazene, denge; mizan, ölçüdür. Hayatını bu iki ilkeye dayandırmayan insan, hem kendini hem başkalarını yanıltır. Denge, aklın ve kalbin uyumudur; ölçü, adaletin ve doğruluğun terazisidir.
Muvazenesiz insan, nefsine yenik düşer; mizansız insan, hakka karşı körleşir. Aldanır, çünkü hakikati yanlış tartar; aldatır, çünkü bencilliğiyle başkalarını da yoldan çıkarır. Bu, bir tüccarın sahte bir teraziyle hem kendini hem müşterisini kandırmasına benzer. Ancak muvazene ve mizan sahibi olan, hem dünyada hem ahirette kazananlardan olur. Zira Allah, her şeyi bir ölçüyle yaratmıştır; insan da bu ölçüye riayetle kemale erer.
Bediüzzaman’ın bu sözü, adeta bir manevi pusuladır. İnsana, özünü aramasını, hakikate sarılmasını, dosdoğru yolda yürümesini ve her işinde dengeyi gözetmesini öğütler.
Bu dört cümle, bir ömürlük nasihattir; her biri, kalbin ve aklın uyanışı için bir çağrıdır. İnsan, bu hikmetlere kulak verirse, kendini ve Rabbini bulur; aksi halde, fani dünyanın fırtınalarında savrulur. Ne mutlu lübbü bulan, hakikati tanıyan, sırat-ı müstakimde yürüyen ve mizanla hareket edenlere! Onlar, hem dünyada hem ahirette saadete erenlerdir.
Присоединяйтесь — мы покажем вам много интересного
Присоединяйтесь к ОК, чтобы подписаться на группу и комментировать публикации.
Нет комментариев