AHISKA TARİHİ VE “SÜRGÜNÜN SESSİZ TANIKLARI;”
AHISKALI TÜRKLER
Kafkasya halklarından birini teşkil eden Ahıskalı Türkler, Anadolu Türklüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi önemli yerleşim birimleri ile iki yüzden fazla köyün merkezi olan Ahıska şehri, Türkiye sınırına 15 km. mesafede bulunmaktadır. Posof Çayının iki yakasında yer alan şehir, karayolu ile Tiflis, Batum ve Türkiye’ye bağlıdır. Ayrıca Türk sınırının çok yakınına kadar uzanan bir demiryolu, Ahıska’yı Tiflis’e bağlamaktadır. Ahıska topraklarının en önemli akarsuyu ise Kür nehridir.
250 yıllık (1578-1828) Osmanlı idaresi döneminde, Ahıska Vilayeti’nin; şimdiki Gürcistan’ın güneybatısı ile Türkiye’nin Artvin-Çoruh boyları ve Ardahan-Kars topraklarını içine aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu yıllar zarfında Osmanlı idaresinde kalan Ahıska Vilayeti Anadolu’nun bir parçasını oluşturmuş ve Ahıska; halkı, milli kimliği, manevi değerleri, tarihi ve kültürüyle Osmanlıya bağlı kalmıştır. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Ahıska’ya gittiğinde bölgede taş bir kale, kale içinde bin tane ev, eski bir cami, pek çok han, hamam ve medrese bulunduğunu tespit etmiştir. Ne yazık ki bu eserlerden hiçbiri, Rus yönetimin vahşi politikaları sebebiyle günümüze intikal etmemiştir.
Ahıska ve çevresinin Çarlık Rusyası işgalinde geçen doksan yıllık hayatı, zulümlerle doludur. Bu baskı ve zulümler 25 Şubat 1921’de Sovyetler Birliği’ne katılan Sovyet Gürcistan’ı döneminde de devam etmiştir. Dolayısıyla Ahıskalılar hem Rus, hem de Gürcü mezalimi ile karşı karşıya kalmış, Türk ve Müslüman olarak yaşamanın bedelini ağır ödemişlerdir. Hiç şüphesiz ki, bu baskı ve zulüm, Stalin zamanında en yüksek noktaya çıkmıştır. Şöyle ki; Ahıskalılar II. Dünya Savası yıllarına kadar askere alınmazken, Sovyetlerin Almanya karşısında zor duruma düşmesiyle Ahıskalı’lardan da eli silah tutan kırk bin civarında kişi cepheye sevk edilmiştir. Geride kalanlar ise yaşadıkları bölgenin merkezle ulaşımı geliştirmek için “Borcom” demiryolu inşaatında çalıştırılmıştır. 1944’de Borcom’dan Vale’ye yapılan 70 km. uzunluğundaki demiryolu yapımında binlerce Ahıskalı Türk kötü koşullar sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Bütün bunlara rağmen Stalin’in emriyle vatanlarından zorla sürülmek gibi en acı işkenceye maruz kalmışlar ve yıllarca yaşadıkları anayurtlarını iki saat içerisinde terk etmek mecburiyeti doğmuştur.
Yukarıda da ifade edildiği üzere, kırk bin civarında Ahıskalının Alman cephesine gönderilmesi ve geri kalan kadın ve yaşlılara da demiryolu yaptırılması gibi olay ve uygulamalar daha önceden hazırlanmış sürgün planının gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Diğer yandan eli silah tutan gençlerin cepheye gönderilmesini Sovyetlerin sürgün esnasında her hangi bir mukavemetle karşılaşmamasına yorumlaya biliriz. Bu sürgün hayatı bugün hâlâ devam etmektedir.
Ahıskalı Türkler ilk olarak 1944 tarihinde Ahıska’dan Orta Asya’nın üç ülkesine Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a sürgün edilmişlerdir. Bu sürgün yalnız Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin de kara sayfasıdır diyebiliriz. Sovyet Rejimi’nde sürgün hayatı geçiren Ahıskalılar hep dışlanmışlar, üçüncü sınıf statüsünde yaşam mücadelesi vermişlerdir. Bütün baskılara, haksızlıklara rağmen Ahıskalı Türkler dil, din, kültür ve geleneklerini bırakmamışlar, Türklüklerini, örf-adetlerini korumuşlar ve hâlâ da korumaya devam etmektedirler. Hatta Türk olduklarını her yerde duyurmak için pasaportlarında Millet yazıldığı yere “Türk” diye yazdırmışlardır.
Stalin’in ölümünden sonra SSCB’de bir takım değişiklikler gerçekleşmiş ve Komünist Parti’nin XX. Kongresinden sonra Stalin’in sürgün ettiği Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmuk gibi Kafkasya halkları, ana yurtlarına dönme izni almışlardır. Fakat Kırımlı Türklerle Ahıskalı Türklere dönüş izni çıkmadığı gibi eski vatanlarını ziyaret etmeleri de yasaklanmış, hatta ellerinden alınan malları bile iade edilmemiştir. Çünkü Kırım ve Ahıska bölgeleri Sovyetler için yüksek strateji...